Türkler şöyleydi, böyleydi diye beylik laflar etmek istemiyorum. Geçmişle övünmenin bugüne faydası yok çünkü. Ama Türk milletinin bilebildiğimiz tüm tarih kayıtlarında ele geçirildiğini, buyruk altına alındığını, sömürüldüğünü gösteren hiçbir yazı yok. İlk defa oluyor bunlar. İlk defa sistemli ve kararlı çalışmalar Türk milletinin en karakteristik özelliklerini çözmeyi ve bu çözelti içinde teker teker ayrıştırmayı başarıyor gibi görünüyor.
Bakın ne demişti Napolyon Türkler için bir zamanlar:
"İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardir:
Erkeğin cesur kadının namuslu olması.
Bu iki meziyetin yaninda hem erkeği,hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır.
İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak.
İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır.
Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler"
Akıl almaz bir özenti ve kültür ezikliğiyle birer birer bıraktık o faziletleri. Sonra çözülmeye başladık. Avusturyalı komutan Mentocuccoli şöyle diyordu:
Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları!
Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar."
Önce tarihimizi yendiler. Bizi köklerimizden uzaklaştırıp kendi geçmişimizden utanır hale getirdiler. Fetihlerimiz ve savaşlarımız için özür dileyeceğiz neredeyse. Sanki binlerce yıl kendileri türlü zulümler uygulamamış, hala devam ettirdikleri şekilde zayıf milletleri sömürmemiş, mümkün olan her şekilde diğer milletlere saldırmamışlar gibi.
Avrupayı övdük övdük göklere çıkardık. Bir kısım da Araplara taktı kafayı, onlara benzemek için elinden geleni yaptı. Atatürk geri gelse şu an bıraktığı Türkiye'yi tanıyamaz sanırım. Ama eminim ki Hz. Muhammed de geri gelse bıraktığı dini tanıyamaz. Din harcımızdı bizim. Bir arada tutuyor ve sürekli zaten kanımızda olan çok büyük faziletleri hatırlatıyordu bize. İngiliz devlet adamı William Pitt bir zamanlar bizim için şöyle demişti :"Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır." Zaten islamı da kendilerine çok uyduğu için doğrudan kabul etmişti Türkler. Onu da kaybettik.
Halbuki uyarılmıştık : "Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." demişti Atatürk dil ve tarih kurumlarını kurmuş ve azami önem göstermişti.
Din ile ilgili de : "Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır." demiş ve eklemişti Atatürk : "Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır." Anlamadık. Aslında daha da kötüsünü yaptık. 1980 li yıllarda benimle yakın dönemde okumuş her Türk çocuğu Atatürkün kargaları kovaladığını, annesinin adını, babasını işini öğrendi. Gereksiz ne kadar bilgi varsa aldık hakkında ama görüşlerini, düşüncelerini verdiği mücadelenin özünü hiç öğrenmedik. Aslında ne demek istediğini, neyle savaştığını hiç tartışmadık. Zaten okulda biz hiç tartışmadık. Okuduk, ezberledik. Şimdi iş yerinde girişimcilik ve yaratıcılık bekliyorlar benden...
Bu milletin içeriden yıkılabileceğini bilenler 80 yıldır durmadan çalışıyor. Gelişmişlik, modernlik, Avrupalılık masallarıyla ama en çok da din aldatmacasıyla sürekli propaganda devam ediyor. Bir yandan da sorgulamamaya alışmış ve cahil bırakılmışlığımızla biz de içeriden destek veriyoruz. "Hayatta en büyük israf sorgulamayı unutmuş bir beyindir" sözünü okumuştum bir yerde...
Peki ülkenin aydınları nerede? Bir tek ben mi görüyorum bunları? Bir tek ben mi farkındayım oynanan tiyatronun? Adama demezler mi; bize şunu yaptılar bunu yaptılar diye dış mihraklara suçu atıp dövünmek var mı kardeşim? Yaptırmasaydın, izin vermeseydin, geri zekalı mısın? Aklın nerede 80 yıldır? Hangi millet bu kadar örnek bir lider lütfuna erişmiş bu güne kadar?
Dedim ya, izinde onlar, bitemedi izin bir türlü. Uyuyorlar, uyuyoruz, uyuyorum...
Tiyatro demişken, tiyatronun büyük üstadı Bertold Brecth'in en sevdiğim sözü şöyledir:
"Naziler önce komünistleri tutukladılar;
komünist değilim diye ses çıkarmadım.
Sonra yahudileri tutukladılar,
Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım.
Sosyal demokratları tutukladılar,
Savunmak bana mı kaldı dedim, sesimi çıkarmadım.
Sıra bana geldiğinde;
Etrafta tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı!"
Başta ulu önderim, hayatta en çok anlamak ve öğrenmek istediğim adam Mustafa Kemal olmak üzere, tarih boyunca doğru bildiğini savunan, bunun için eyleme geçen, birşeyler yapan herkesi saygı ve imrenme ile selamlıyorum. Herkes düşünebilir isterse o da bir iştir, ama eyleme geçmek, işte o yürek gerektirir. Herkeste olmaz. Yüce ruhları zaten şad olmuştur ama daha da şad olsun.
Sıkıntıya gireriz, dışlanırız, tutuklanırız diye korkuyoruz ya; bence öyle yaşamak, kelle koltukta ama başı dik, doğru bildiği için canından geçerek yaşamak anlamlı kılıyor hayatı. O adamlar hayatın içinden bizim gibi geçip gitmiyorlar. İzlerini bırakıyor keyiflerini alıyorlar yaşamaktan. Dayatılan, "empoze" edilen her türlü sahte "değer"e inat, saf doğru için yürüyorlar. Eğer herşeyi zıddı ile yaratıyorsa Allah, inanmak istiyorum ki dünyadaki pislik kadar güzellik, omurgasız kadar onurlu insan var hala. Şimdilik susuyorlardır inşallah...
İzin bitse de işe başlasak...
Son söz yine Mustafa Kemal'in olsun: "Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, başına geçireceği insanların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliyi tayin etmekten bir an uzak olmasın!"
0 yorum:
Yorum Gönder