Ne için çalışıyoruz yazısında biraz bahsetmiştim. Günümüz dünyası hayat amacı olarak parayı almamız gerektiğini ve ona sahip olursak herşeye, olmazsak hiçbirşeye sahip olamayacağımızı iliklerimize kadar işleyip duruyor. Ancak Aristotalesin sözlerine, Sokrates'in felsefesine, Sokrates'ten sonra öğrencisi Platon'un onun ağzından yazdığı "Devlet" kitabına bakacak olursak bu son 4-5 bin yıldır böyle.
Ortada bir tez varsa doğrulamak gerek. Para ile neleri satın alabileceğimize ve alamayacağımıza bir bakalım;
- Para ile ilaç, doktor satın alabilirsiniz ancak birçok durumda "SAĞLIK" satın alamazsınız
- Para ile tanıdık bir sürü insana sahip olabilirsiniz ama "DOST" alamazsınız
- Para ile yiyecek, içecek satın alabilirsiniz ama "İŞTAH ve AFİYET" satın alamazsınız
- Para ile gösteriş, makyaj, estetik satın alabilirsiniz ama "GÜZELLİK" satın alamazsınız
- Para ile dünyanın her türlü eğlencesini satınalabilirsiniz ama "NEŞE" alamazsınız
- Para ile hizmetçiler tutabilirsiniz ama "SADAKAT" satın alamazsınız
- Paranız varsa çok boş vaktiniz olabilir ama "HUZUR" satın alamazsınız
- Para ile yüzlerce özel koruma tutabilirsiniz ama "GÜVEN" alamazsınız
- Para ile eğitim ve bilgi satın alabilirsiniz ama "BİLGELİK" satın alamazsınız
- Para ile kadın satın alabilirsiniz ama "AŞK" satın alamazsınız
- Para ile bakıcılar tutabilirsiniz ama "ANNE ŞEFKATİ" satın alamazsınız
Bunların üzerine bir daha düşünelim. Paranın satın alamayacağı hiçbirşey yoktur diye öğrettiler ya bize. Meğer alabildiği hiçbirşey yokmuş. İçinde "mana" olan hiçbirşeyi satın alamıyormuş para. Zaten biraz düşününce, paranın bir şeyi alabilmesi için onun satılık olması gerekir. Kimse namusunu satamaz mesela, satmayı düşündüğü an zaten kaybetmiştir.
Kanunen, bütün ülkelerde, insanın paranın sahtesini yapması suçtur, ancak paranın sahte insanlar yaratması ile ilgili bir hüküm yoktur.
Para yalnız ve ancak zahiri olanı, dış olanı, kabuğu satın alabilir. Öz olan ise bizim anladığımız anlamda ticaretten çok uzaktır. Paranın satın alabildiği şeylerin bir başka ortak özelliği sahip olununca sıkılmamız ve daha fazlasını ya da başkasını istememizdir. Mevlana bu konuda: "Mânâya yönelmek insana başlangıçta hoş gelmese de, (mânâdaki lezzet) gittikçe daha çok tatlılaşır. Bu, sûretin aksinedir. Sûret önce hoş, lâtif görünür, fakat onunla ne kadar çok beraber bulunursan, ondan o kadar soğursun." der. Ancak aynı Mevlana, insanların tamamı eğer sadece manadan tat alsaydı, herkes dünya işinden elini ayağını çeker, hayat mümkün olmazdı der. Demek ki hem surete takılmak hem de manayı aramak var insanın doğasında.
Elbette felsefi olarak para, geçim için gerekli miktardan fazlasını, insanın şehvet duyduğu ve ihtirasla sahip olmak istediği "gücü" ifade eder. Kapitalizm, adı gereği, para odaklı olmak ve tüm eylemleri buna göre düzenlemek demektir. En katı halinin içinde hiç insanlık yoktur ve para için herşeyin yapılması mübahtır. "Para herşeyi yapar diyen adam, para için herşeyi göze alan adamdır." demiş Benjamin Franklin. Eric Fromm bir psikolog gözüyle kapitalizmin eleştirisini yaptığı ve çok önemli noktalara değindiği "Sahip olmak ya da olmak" kitabında endüstri çağının insanlara daha iyi bir yaşam ve huzur vaadederken iki önemli noktada yanılgıya düştüğünü anlatır:
"1. Yaşamın tek amacının mutluluk ya da bir başka deyişle, maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi.
2. Sistemin kendi varlığını koruyup sürdürebilmesi için desteklemek zorunda olduğu bencillik, yalnızca kendi çıkarlarını düşünmek, açgözlülük ve "sahip olma" ihtirası gibi karakter özelliklerinin, uyumu ve barışı sağlayacağı inancı (Agy : Syf. 21)"
Şöyle devam ediyor Fromm : " ...Tarihte ilk kez, haz ihtiyacını giderebilme imkanları belirli bir azınlığın imtiyazı olmaktan çıkıp, endüstrileşmiş ülke nüfuslarının en az yarısınca kullanılabilir duruma gelmiştir. Ama yaşanan bu deney, soruyu olumsuz biçimde cevaplamıştır: Tüm isteklerin tatmini, insanı mutlu etmeye yetmemektedir." (Agy : Syf. 25)
" Bencillik bir yaşam biçimi olmakla kalmaz, aynı zamanda kişinin karakterinin bir bölümü olarak ortaya çıkar. Bencillik, insanın herşeyi yalnızca kendisi için istemesi durumudur. Bölüşmek yerine, sahip olmak kişiye haz verir. Sahip olmak tek hedef olunca, insan giderek daha açgözlü ve ihtiras sahibi olur. Çünkü ne kadar çok şeyi olursa o kadar mutlu olacağını sanır. .... Kandırmak istediği müşterileri, iflasa sürüklemeye çalıştığı rakipleri ve sömürmeyi arzuladığı işçileri, hep onun daha az şeye sahip olmasına yol açtıkları için, bencil kişinin düşmanı olurlar." (Agy : Syf. 25)
"....Ekonomik sistemin gelişmesini belirleyen "insan için iyi olan nedir?" sorusu yerini, "Sistem için iyi olan nedir?" sorusuna bırakıyordu. Bu yanlış anlayışın insanlara iğne gibi batan sivri ucunu gizleyebilmek için de, "sistemin gelişimine yarayan herşey, insanın refahına ve mutluluğuna da yararlıdır" düşüncesine saygınlık kazandırılıyordu. ... Sistemin gerektirdiği bencillik, açgözlülük ve sahip olma ihtirası gibi özelliklerin, insanda doğumla birlikte varolan özellikler olduğu ileri sürülerek, bunların sistemden değil, insanın doğasından kaynaklandığı kanıtlanmak isteniyordu. Bencilliğin, açgözlülüğün ve sahip olma ihtirasının bulunmadığı toplumlar "ilkel", o toplumda yaşayanlar ise çocuksu olarak aşağılanıyordu" (Agy : Syf. 27)
Endüstri toplumunun ve kapitalist düzenin kuruluşunu ve nasıl şekillendiğini anlatan kısımları insandan çıkarıp aynen işletmeler ve ülkeler için de düşünebilirsiniz. Kurulan ekonomik sistem sürekli daha yenisini isteyen bir tüketim çılgınlığına muhtaç. Bunun için de insanların daha fazla paraya ihtiyacı var. Ancak gelişmiş ülkelerde 3., 4. ve 5. sini alıp iPhone'un 6. sını 4 gözle bekleyen birisi onu üretenlerin Tayvanda, Çinde hangi koşullarda çalıştırıldığını, bu çılgınlık için kimlerin ne bedel ödediğini düşünmek istemiyor.
Eric Fromm'u okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Ancak alıntı yaptığım kitabın ismine dikkat ederseniz özünde ne anlattığını kestirebilirsiniz. Yukarıda maddeler halinde yazdığımız paranın alacağı şeyler "Sahip olmak" kısmına giriyor, alamayacakları ise " Olmak" kısmına. Birisini sevmeyi, ona sahip olmak ve kontrolünü ele geçirmek olarak gören bir ruh ile, aşkı birlikte "var olmak" olarak gören bir ruhun farkıdır kitabın özü. Tıpkı Mevlana'nın "Gerçek dostlukta sen-ben yoktur. Aşık kendi benliğinden ve bedeninden geçer" demesi gibi. Daha pek çok benzerlik var düşüncelerinde...
Ticareti, işletmeciliği, bedeli ne olursa olsun mümkün olan en fazla parayı kazanmak olarak görmek, ülke yönetimini, başka ülkeler ne bedel öderse ödesin, mümkün olan en fazla kaynağı kendi ülkesine aktarmak olarak algılamak ya da ne yapması gerekirse gereksin! bir şekilde manken olmak, ünlü olmak, patron olmak, müdür olmak istemek. Bunların tümü yukarıda anlatmaya çalıştığım çarpıklığın ürünüdür.
Benim bakış açımda ise resim biraz daha farklı; bana göre çalışanları ve içinde olduğu şehir ve ülke için refah üretmeyen, mutluluk kaynağı olmayan bir işletmenin hiçbir anlamı yoktur. Çevresindekileri aydınlatmayan, ülkesindeki çarpıklıkların altını çizmeyen ve bildiklerini anlatma ateşiyle yanmayan bir profesörün, kitap taşıyan bir eşekten farkı da yoktur. Hayatın içinden geçerken dostluk ve keyif biriktirmek yerine para biriktirmeyi tercih eden bir adamın da bence aklı yoktur.
Yıllarca üretim sistemlerini okuduk öğrendik. Toyota sisteminin çok harika olduğunu, ismi Japonca olan bir sürü sistemin nasıl çalıştığını, ne işe yaradığını anlatan binlerce kurs, eğitim, seminer düzenledik. Bir Allah'ın kulu da çıkıp; "aslında Toyota'nın sırrı en azından kendi ülkesinde, insana verdiği değerdir, mutlu çalışanlar ve mutlu tedarikçiler yaratmıştır" demedi. Ben hiç üretim sistemlerinin iyi işleyenlerinin, temelinde nasıl bir kurum kültürü olduğunun, insanlara saygının ve kurum içi güvenin ne aşamada olduğunun incelendiğini okumadım. Dolayısıyla her zamanki gibi dışarıdan görüneni, zahiri ezberledik durduk, yine manayı atladık, öze bakmadık. Halbuki şeklen yüzlerce işletmemizde kopyalamamıza rağmen hala küçük bir fark bile yaratabilmiş değiliz.
İstediğiniz danışmanı tutun, istediğiniz sistemi uygulayın. Stratejik düşünmenin kitabını yazın ve piyasaları yalayıp yutun. Ama özü ıskalarsanız, doğru kültürü kuramadıysanız, ömrünüz pek uzun olmayacaktır. Kısa vadede bu yollarla ya da rant üzerinden çok iyi paralar kazanabilirsiniz. Türkiye'de örnekleri çok. Ancak Eric Fromm üstadın da dediği gibi, öze olan açlık insanoğlu için varoluşsal bir durumdur. Mutlaka bişeyler eksik kalır ve sonunda mutsuzluk ve tatminsizlik sistemi kendi içine çökertir.
Öyleyse hem kişisel olarak, hem de işletme ve ülke çapında rekabetçi olacağız, kendimizi geliştireceğiz, daha iyi paralar da kazanmaya çalışacağız. Ama asli hedefimiz bu olmayacak. Dedik ya hem surete takılmak hem de manayı aramak var insanın doğasında; sadece bir tarafına odaklarsanız; hayatı, kar etmek, para kazanmak, güçlü olmak üzerine kurup diğer kısmı es geçerseniz sonunun psikolojik çöküş olacağını ve asla yeteri kadar zengin ya da mutlu olamayacağınızı umarım anlatabilmişimdir.
Ömer Hayyam ile bitirelim:
Doyacak kadar aşın varsa,
başını sokacak bir damın,
insanoğluna kulluk etmiyorsan,
başkasının sırtında değilse geçimin,
tamam, güneşli günler içindesin.
1 yorum:
Paranın kapitalist sistemde vazgeçilmez olduğu günümüzde insanlar paralarını vererek anlam ve değer elde etmeye çalışıyorlar.
Benzer durum yıllar önce düşünürler tarafından da dile getirilmiş. "İnsanlar önce para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, Sonra da sağlıklarını kazanmak için paralarını verirler"
Yorum Gönder