Adresimiz değişti! Yeni sayfaya yönlendirileceksiniz. Yönlendirme başlamazsa lütfen şu adresi ziyaret edin!
http://yonetimnotlari.com

5 saniye içinde yeni adresimize yönlendirileceksiniz.


Üretimde yeni trend : İletişim



    İnternette gezinirken Aberdeen Group imzalı önemli bir araştırmaya rastladım. 86 büyük işletmede detaylı bir araştırma yapmışlar ve üretim sistemlerinde en sıkıntılı görünen ilk 6 sorunu belirlemişler. Bu aynı zamanda üretim sistemleri için neyin gelecekte önemli görüldüğü ve trendin ne yönde değişeceği ile ilgili de önemli ipuçları veriyor. Birlikte inceleyelim:


  1.  En yüksek oranı alan sorunu iki bölüme ayırabiliriz; birincisi değer akışı haritalamanın da ilk konusu olan parçanın hammadde olarak girişimden müşteriye teslimine kadar geçen sürenin azaltılması, ikincisi ise fikirden - ürüne geçiş süresinin yani değer akışın dizayndan başlayan halinin iyileştirilmesi. Bu araştırmadan günümüzde üretici firmaların öncelikli gündem maddesinin bu olduğu sonucunu çıkartabiliriz ki bu fiilen şahit olduğumla da paralel.
  2. İkinci odak noktası yeni fikirler olarak ifade edebileceğimiz "Yenilikçilik" konusu. Malum artan rekabet artık klasik üretimde iyi olmanın yetersiz olmasına, başkalarında olmayan yenilikçi birşeyler bulmanın giderek daha da önem kazanmasına yol açıyor. Bu konuyu başka yazılarda daha da açacağım.
  3. İşlem maliyetlerinin azalması ile ilgili benim dikkatimi çeken nokta 3. sıraya gerilemiş olması. Bu, artık daha ucuza mal ederek rekabetçi olmanın pek mümkün olmadığının, üreticilerin aşağı yukarı benzer birim maliyetlere geldiğinin de bir göstergesi.
  4. Dördüncü sıkıntılı konu, farklı coğrafyalarda çalışan insanların aynı dili konuşması, aynı standartları izlemesi ve aynı verimliliğe ulaşmasının zorluğu. 4 kıtada 22 fabrikası olan bir grubun çalışanı olarak kesinlikle katıldığım ve ne kadar sıkıntılı olabileceğine bizzat şahit olduğum bir madde bu.
  5. Beşinci madde de 4'ün uzantısı aslında özellikle büyük işletmelerde lokal yönetimlerin birbirleri ile uyumu çözülmesi ve yönetilmesi gereken ayrı bir problem oluşturuyor.
  6. Son madde kalite seviyesinin yükseltilmesi ve bu maddenin de sonda olmasının ayrı bir anlamı var. Tıpki 3. maddede olduğu gibi kalitenin son sırada yer alması artık üreticiler açısından kalitesel farkların çok azaldığının, kalite problemi yaşayan üretici oranın düştüğünün, bir başka deyişle, kalite nedeni ile farklılaşmanın giderek zorlaştığının bir ifadesi.

Sen benim kim olduğumu biliyor musun?




Osmanlı neden bir zamanlar büyüktü ve bizden neden bir şey olmaz bir anekdotla açıklayayım; mevkisinin, makamının, malının kimden geldiğini unutan herkese gelsin:

Süleymaniye Camiinin inşaası sırasında bir ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, sultandan şikayetçi olur. Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır: "Kısas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır. Ermeni usta, adalete hayret eder ve:
-"Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de müslüman oluyorum" der. Davadan sonra Kanuni, kadıya: -"Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm" der.  Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve : -"Sultanım siz de eğer 'ben padişahım' diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım..."

Sahip olduğu geçici makamı kendinden zannedenler, vekil oldukları halde asıl'a hizmet değil ukalalık yapanlar, adam kayırmayı, insanlara mevkilerine göre davranmayı bilgelik zannedenler her dönemde vardı. Ama bu aralar arttı mı, bana mı öyle geliyor bilmiyorum.


Bu dünyada mevki, makam artarsa rahatlık değil sorumluluk ve sıkıntı artar. Aksi oluyorsa ya sistemde ya adamda bir problem vardır...

Eğlenceli İş Alanları Yaratmak

İşyerinde mutluluk deyince neden sürekli zıplayan insan fotoları çıkyor bunu da anlamadım. Çok mutlu olduğum an oldu hayatta ama hiç zıplamadım sevinince... :)


Sanırım günümüzde başarının sırrı, farklı düşünmek, kalıpları yıkmak ve büyüklerimizden öyle gördüğümüz için sorgulamadan kabul ettiğimiz bazı değerleri yıkmaktan geçiyor. En azından yeni fikirler ve yaratıcı çözümler üzerinde çalışmak zorunda olan bir sektörde iseniz durum kesinlikle böyle.

İş yerlerinin belirli bir ciddiyette ve, bir bakış açısıyla, sıkıcılıkta olması gerektiği de bu kabullerden biri.  Yazılı bir kural olmasa da yetişkin olmanın insana her nedense bir sıkıcılık ve resmiyet getirmesi gerekt.iğine inanıyoruz sanırım. Aksi tüm davranışlar çocukça, ya da ciddiyetsiz olarak nitelendirilip dışlanıyor. Kim daha somurtkan ve ciddi ise ona karizma ve saygınlık yüklüyoruz. Küçük mutluluklarımızı kaybediyor, iş dünyasının boğucu problem yumağının içinde geçiriyoruz günlerimizi.

Şurası bir gerçek ki, kapitalist sistem pek insanca değildir. Odağa para, para ve daha çok parayı koyduğunuz anda insanı kısa sürede derin bir depresyona sokacak kadar sıkıntı yaşamaya başlarsınız. Çünkü her ne kadar bize çok doğru ve normal gelse de, maddi kazanca odaklı yaşamak insan ruhuna aykırıdır. Bugün bütün işletmeler, "kar maksimizasyonu", "maliyetleri düşürme", "daha verimli çalışma" gibi konulara kendilerini vermiş görünüyorlar. Görünüyorlar diyorum, çünkü birçoğu aslında tam olarak ne yaptığını ya da yaptığının yukarıdaki hedefler için ne işe yaradığını bilmiyor.  "Standartlaştırma" kavramı bir başka güncel trend. 10 toplantının 9'unda ya da 100 eğitimin 99'unda bundan bahsedilir bir şekilde ve sürekli olarak standartlaştırmanın öneminden, ne kadar kritik olduğundan, yapılırsa ne gibi faydaları olduğundan söz edilir. Bu öyle birşey ki, birkaç toplantıdan sonra "Ulan herhalde bizde hiç standartlaşma yok" diye, kendinizi sorgulamaya başlarsınız.

Şimdi aksi tarafından düşünelim ve şu teorileri ortaya atalım:

Sürekli iyileştirme hakkında!!!

Süper Marionun Sürekli İyileşmesi....


Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır.
                                                                                                                  M.Kemal ATATÜRK


Son zamanların en moda kelimelerinden biri oldu bu iyileştirme. Sanıyorum işletmecilikte moda kavramlar diye bir yarışma düzenlesek, "Yalın", "Sürekli iyileştirme" ve "Sürdürülebilirlik" mutlaka ilk beşe girer.

Şimdi bu tepemizde dönüp duran ve söylene söylene artık içi boşalmaya başlayan sürekli iyileştirmeyi biraz irdeleyelim. Önce söze neden sürekli iyileştirme diye bir söylem geliştirme ihtiyacı var onunla başlayalım;

Araştırmalar insanların iki farklı düşünce yapısına sahip olduklarını gösteriyor. İngilizce karşılıkları "fixed-mindset" ve "growth mindset" olan bu iki tipi ben sabit fikirli ve gelişime açık olarak çevireceğim. Ancak okuyucular kendilerine daha uygun gelen bir karşılık bulabilirler.

İnsanlar, kendi bilgi ve yetenekleri hakkında farklı inanışlara sahipler. Sabit fikirli insanlar, kendilerinde belli miktarda bilgi ve yetenek olduğunu ve olduğu kadarı ile ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını düşünürler. Bu tip bir düşünme tarzı insanı birçok riskten ve başarısızlık ihtimalinden korumakta ve psikolojik olarak daha konforlu bir alanda yaşamaları anlamına gelmektedir. Ancak aynı zamanda değişime ve yenilikçiliğe de direnç taşırlar.

Yalın Yönetim



 Türk dil kurumuna göre yalın kelimesi, "Gösterişsiz, süssüz, sade" anlamlarına geliyormuş. Son 20 yıldır bu kelime işletmeciler için bambaşka bir sürü anlama da geliyor.

Japon üreticileri başta Toyota olmak üzere rakiplerine üretim ve karlılıkta fark atmaya başlayınca bir anda dikkatleri üzerine çekti. Vikipedya'ya göre ilk kez 1988 yılında dile getirilmiş "Yalın Üretim" kelimeleri. Aradan 25 yıl geçtikten sonra bugün, Türkiye'de hala anlamaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Aslında temelde kayıplardan kurtulmayı ve verimliliği anlatan sistem bu bloğu okuyanların artık çok iyi bildiği klasik tuzağa yakalanmış maalesef. Her zamanki gibi şekilcilik anlamın önüne geçmiş, hatta anlama fersah fersah fark atmış. Bir sürü "guru" ortaya fırlamış ve bugün müthiş büyük bir eğitim ekonomisi yaratılmış durumda.

Elbette bu ekonominin canlı tutulması, insanlarda sürekli bir eğitim ihtiyacı yaratılması ve sistemin geniş kitlelere "kurtarıcı" olarak sunulması gerekli. Türkiye "ithal" sistemler cenneti olarak yurtdışından yalın araçları tam hız kopyalayıp sonra da iyi bir kampanya ile yaymakta pek gecikmemiş. Doç. Dr. Şükrü Özen'in çalışmalarından anlıyorum ki 1990lı yıllardan sonra Tüsiad destekli olarak hızlı bir "Yalın Furya", "Toplam Kalite Yönetimi"  rüzgarı başlatılmış ve 2002 yılında Yalın enstitü kurularak devamlılığı sağlanmış. Bugün de Türk firmalarının rekabetçi olamamasının yalın olmamalarından kaynaklandığına inanan, ya da yalın araçlarını kullanmaya başlasa bir anda çok verimli ve karlı olacağını zanneden insanlar yönetici koltuklarında oturuyor.

Ekonomiden çıkış



Ekonomik dengeler ve önemli etkenlerin birbirleri ile nasıl etkileştikleri konusunda yazmaya devam ediyorum.

Önce ilk 3 yazıda yazdıklarımızı genel hatlarıyla toplayıp özetleyelim, arkasından konuya son ilavelerimi yapıp kapatacağım:

  • Bir ekonomide 4 temel piyasa var; işgücü piyasası, para piyasası, mal piyasası ve bono piyasası
  • Her ekonomi bu piyasaların dengede olduğu noktalarda bulunuyor ve bir etki ile denge bozulduğunda bu bir dizi zincirleme reaksiyon ile faizlerin, enflasyonun, çıktı düzeyinin değişimine yol açıyor.
  • Denge bozukluğunun yarattığı etki kısa vadede ve orta vadede aynı değil
  • Bir ülke ekonomisinin sağlıklı olması için; makul bir enflasyon düzeyine (%3-4 gibi), nüfus artışını kaldıracak ve işsizlik seviyelerini dengeleyecek bir büyüme oranına (Türkiye için %5), eğer Türkiye gibi dışa bağımlı (enerji, ithalat, yatırımlar için) bir ülke ise sıcak para girişime, ödemeler dengesine ve makul bir cari açık miktarına ihtiyaç var. Tüm ülkeler bunlara ulaşmak için çeşitli politikalarla önlemler almaya çalışıyor.
  • IS eğrisi mal piyasalarının denge noktalarını temsil ediyor ve kamu harcamaları ve vergi politikaları ile doğrudan etkileniyor, para piyasalarını gösteren LM ise M/P reel para arzındaki değişikliklerden etkileniyor.
  •  AS eğrisi toplam arz eğrisidir ve Pe  ile tanımladığımız fiyat artış beklentisinden etkilenir, AS eğrisinin maaş ve fiyat belirleme formüllerinden türetildiğini ve çıktı mikratının (Y), fiyatlara etkisini yansıttığını unutmayın. AD ise toplam talep eğrisidir ve M/P, G, T (reel para, kamu harcamaları, vergiler) iletkilenir. AD eğrisinin IS - LM eğrilerinin denge noktalarından oluştuğunu ve her ikisini etkileyen faktörlerden de etkileneceğini hatırlayın.
  • İster genişleme ister daraltma politikası olsun, istenen etkinin alınıp alınamayacağı iki etkene bağlıdır; tüketicinin ve yatırımcının beklentileri ve politika uygulayan birimlere güven.
Özetten sonra AS ile ilgili iki önemli kanuna değinelim:

Ekonomiye Devam

 
 
Artık 2 piyasayı izleyerek oluşturduğumuz ve aslında ekonominin talep kısmını ifade eden IS-LM modelimiz biraz geliştirmenin zamanı geldi. Ekonominin arz kısmına da bakmak gerekiyor ve bunu yapabilmek için işgücü piyasasını da işin içine sokacağız. Çünkü arzın miktarını onlar belirliyor.
 
İşgücünün önemli bir özelliği var. Onlar hem ürettikleri için arz fonksiyonunun içindeler hem de aynı zamanda tüketici olduklarından talep fonksiyonun da içindeler.
Bu özellik nedeni ile iş piyasasını formüle ederken 2 temel eşitliğe bakacağız. Maaşlar nasıl belirleniyor, ürün fiyatları nasıl belirleniyor. Vakit ve yer darlığı nedeni ile nasıl türetildiklerini es geçerek direk formülleri yazıp biraz açıklayalım. Ama her zaman olduğu gibi formülü ezberlemek değil içindeki mantığı anlamak önemli:
 
W = Pe.F( u-, z+) formülü bize maaşların belirlenmesinin nasıl yapıldığını özetlemek üzerine kurulmuş. Formülere göre maaş seviyeleri Pe ile ifade edilen maaş beklentisi ile u: işsizlik oranı ve z: diğer sosyal hakların bir fonksiyonu. + ve - işaretleri ise bize ilişkiyi anlatıyor. Maaş seviyesindeki beklenti ki bu da önceki yılın enflasyonu ile tetikleniyor, direk etkili, işsizlik azalırsa maaş seviyeleri artıyor (ters ilişki var), sosyal haklar artarsa maaşlarda haliyle artmış oluyor (pozitif ilişki var).
P = (1+µ) W formülü ise ürün fiyatlarının nasıl belirlendiğini anlatıyor. Gördüğünüz gibi maaş seviyeleri direk etken. O nedenle az sonra uzun vadeli ekonomiyi yorumlarken maaş seviyeleri artarsa ürün fiyatları da artar diyeceğiz. µ ise marka değeri ya da üretim maliyeti üzerindeki değeri ifade ediyor ve tam rekabetçi piyasalar için 0 kabul ediliyor.


Ekonomiye giriş



Bir önceki yazıda ülkeyi bir şirkete benzetmiş ve ekonomi konuşurken neden cari açıktan, ödemeler dengesinden, enflasyondan, faiz oranlarından filan bahsettiğimizi anlamaya çalışmıştık.

Bu ekonomi oyunu binlerce değişkenin öngörülemez şekilde birbirini etkilediği bir tiyatro gibidir ve kimse tam olarak neler olacağını göremez. Ancak temel değişkenler ve bağlantılar tanımlayabilir ve bu şekilde daha kolay yorumlayabiliriz.

Önce temel parametrelerden başlayalım. Herhangi bir ülkede ekonomi diye birşeyden bahsedilebilmesi için 4 şeyin mutlaka olması gerekir:
  1. Üretilen ve satılan mallar, bir ticaret olmalıdır (mal piyasaları - IS eğrisi)
  2. Ticarette kullanılan paranın tanımlandığı, el değiştirdiği bir piyasa olmalıdır ( para piyasası - LM eğrisi)
  3. Para yerine kullanılan varlık ürünlerinin piyasası olmalıdır (Bono piyasaları)
  4. Söz konusu üretme eylemini gerçekleştirecek iş gücü olmalıdır ( iş gücü piyasası)
Bu dört piyasa da birbirini etkiler ve bu dört piyasa da dış değişkenlerden (enflasyon, faizler, beklentiler vs..) etkilenir. İlk varsayımımız şudur: Herhangi bir ekonomide mutlaka zamanla bu 4 piyasa da dengeye gelir. Bu dördünün denge noktaları ve birbirlerini nasıl etkiledikleri önemlidir. Bunu basitleştirmek için ekonomi teorisyeni Keynes, emek piyasasını (yaşadığı dönemdeki şartlar nedeni ile) göz ardı ederek 3 piyasayı dikkate almış ve bu 3 piyasadan ikisinin dengede olduğu yerde 3. de dengededir demiştir. Gördüğünüz gibi bu ifade sonsuz değişkenli karmaşık yapıdan sıyrılmak ve basit modellerle ilişkileri anlamak üzerine bir teoriyi ifade ediyor.

Basitçe inceleyelim:

Makro Ekonomi


Ekonomi ile ilgili fikir yürütmeye devam ediyorum. Necip Çakır hocanın derslerine girip kavramları anlamaya çalıştıkça ülke ekonomisi ile şirket muhasebesi arasında çok net ve doğal bir bağlantı gördüm. Bir şirketin tüm varlıkları iki kısma ayrılıyor; aktifler ve pasifler olarak. Aktiflerde kullanım içinde olan kaynaklar ve pasiflerde bunların finanse edildiği kaynaklar var ve haliyle bunlar birbirine eşit. Bu elbette bir gösterim şekli. İşletme çalışırken nasıl kaynaklar kullandığı ve bunların içeriden mi yoksa dış kaynaklı borçlarla mı finanse edildiğini net görebilmek için bulunan bir ifade şekli. Elbette işletmenin iş yapabilmesi ve üretebilmesi için öz sermayeden ya da kısa/uzun vadeli borçlardan para sağlaması ve masraflarını karşılaması gerekli. Sonucunda da malını satacak, kar edecek ve borçlarını ödedikten sonraki kısmı net kar olarak kendisine kalacak. Temel mantık çok basite indirgenmiş hali ile bu.

Şimdi ülkeleri ve makro kavramları bir kenara bırakıp Türkiye'yi bir şirketmiş gibi düşünelim. Ama sıradan şirketlerden bir farkı olsun; her sene istesek de istemesek de çalışan sayısı (nüfusu) artsın. Ve bu harika şirkette elde edilen gelir çalışanlara dağıtılıyor olsun. Bu şartlarda eğer işletmemiz bir önceki seneye göre büyümezse, çalışan sayısı arttığından kişi başına düşecek gelirin azalacağı aşikardır. Ayrıca bu geliri sabit tutmak için en az çalışan sayısı artış oranı kadar büyümek zorunda olduğumuz da bellidir sanırım. Buna (1) diyelim.

ATAM İZİNDEYİZ!

80 sene oldu atam ama biz hala izindeyiz. İzin bir bitse, çalışmaya başlasak olacak ama olmuyor işte. Sürekli izindeyiz.

Türkler şöyleydi, böyleydi diye beylik laflar etmek istemiyorum. Geçmişle övünmenin bugüne faydası yok çünkü. Ama Türk milletinin bilebildiğimiz tüm tarih kayıtlarında ele geçirildiğini, buyruk altına alındığını, sömürüldüğünü gösteren hiçbir yazı yok. İlk defa oluyor bunlar. İlk defa sistemli ve kararlı çalışmalar Türk milletinin en karakteristik özelliklerini çözmeyi ve bu çözelti içinde teker teker ayrıştırmayı başarıyor gibi görünüyor.

Bakın ne demişti Napolyon Türkler için bir zamanlar:

Para Politikaları


Daha önce Türkiye Ekonomisi Hakkında Güncel Konular dersinden ve Prof. Dr. Necip Çakır hocadan bahsetmiştim. Derste genel olarak makro ekonomik değişkenlerden, bunların piyasaları nasıl etkilediğinden ve önemli ekonomik göstergelerin Türkiye'de, Avrupa'da ve Amerika'daki seyirlerinden bahsediyoruz. Elbette bir işletme yöneticisi için, üst düzey bir müdür için veya bir şekilde işletmecilik ve yönetim konularına ilgi duyan bir kişi için büyük resmi görmek ve işletmeyi etkileyen en önemli dış etkeni, piyasaları takip etmek çok önemli. 

Bu yazıda bunlardan imkan ölçüsünde bahsederken bir taşla 3 kuş vurmuş olacağım. 3 amacım var; birincisi kendime makro ekonomi ve piyasalar ile ilgili notlar almak, ikincisi yazarken aynı zamanda kavramları kafamda netleştirmek ve üçüncüsü eğer ulaştırabilirsem, sınıf arkadaşlarımın da vize ve final öncesinde bu özetten faydalanmasını sağlamak.  

İşe öncelikle şu temel ayrımı yaparak başlamalıyız: bir ülkede ekonomi yönetiminin dengede tutmaya ve istikarlı yapmaya çalıştıkları iki temel unsur vardır; "Fiyat istikrarı" ve "Finansal istikrar". Fiyat istikrarı, ülkedeki fiyatların makul ve sürdürülebilir bir oranda artması, ani değişimler ya da büyük iniş çıkışlar göstermemesidir. Enflasyon genel tanımı ile ifade edilen fiyat istikrarının sağlanamaması durumunda çok yıkıcı olan yüksek enflasyon ile ya da Japonya gibi negatif enflasyon (deflasyon) ile yüzleşmek durumunda kalınır. İstikarsız fiyatlar üretimi çok riskli ya da anlamsız kılmakta ve/veya paranın üretim dışında kullanılmasını çok daha cazip yapmaktadır. Fiyat istikrarının olmadığı bir ülkede işletme sahibinin, yatırımcının ya da bir tasarruf sahibi bireyin önünü görmesi, yatırım kararı vermesi ve riski yönetmesi çok zordur. Bu nedenlerle uzun yıllardır fiyat istkrarının sağlanması merkez bankaları için birinci öncelikli hedeftir. 

Sıkıntı Üzerine...

Bazen tüm dertler sıkıntılar üstüste gelir, aman vermeden insanın üstüne üşüşür hayat. Nefes alamaz, düşünemez olursun. Çok öğüt dinlersin bu zamanlarda ama kaza gelip çattığında en güzel sözler de en tatlı nameler de geçer gider kulaklarından. Duyarsın ama anlamazsın. Bakarsın ama görmezsin. 
 
Can elbet sıkılacak bu hayatta. Herşey zıddı ile mümkün olduğu için sıkıntı olmadan mutluluk ve ferahlamanın da tadı olmaz. Ve tecrübeyle sabittir ki, esas dert ve sıkıntıdan birşeyler kalır insana. Yanarak pişer elma gibi, ancak onunla olgunlaşır ve büyür. Gel gör ki aciz insan sıkıntının içindeyken bunların hiçbirinin faydası dokunmaz ona. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi görünür dertler.
 
Canım yandımı Mevlana’ya koşarım ben. Acı ve sabır ehlidir. Anlar gönül halinden çünkü. Bakın neler demiş, sıkıntı üzerine: 
  • Sıkıntılar, çileler ocağın posayı gümüşten ayırması içindir. İyi ve kötünün imtihanı; altının kaynatılıp, tortunun üste çıkmasıdır.
  •  Kimde dert varsa o koku almış, dermana ermiştir. Kim daha çok uyanıksa, derdi daha fazladır.
  •  Her ağlamanın sonu gülmektir.
  •  Akarsu nerdeyse orası yeşerir. Gözyaşı varsa rahmet gelecektir.
  • Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam Yaratıcı’nın emri ile tesir eder. Allah dilerse bizzat gam ve sıkıntı sana neşe bile olabilir. 
  • Gam ve kederin anahtarı sabırdır. Endişe etmekten sakın, sakin ol. İlacın başı perhizdir. Düşünce ve mantık perhizi yap ki, can kuvvetini göresin. Kaşınmak uyuza ilaç olmaz, sadece kaşıntıyı artırır. 
  • Başına gelen eziyetler artıyor değil mi? Buğdayı başak olsun diye toprağa attılar. Değirmende un olsun diye ezdiler. Ekmek oldu. Dişleri ile ezdiler. Ezil ki; can olasın. Can veresin!..
  • Rahmet ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi dalgalanmaya başlar. Dal, ağlayan buluttan yeşerir. Mum ağladıkça aydınlık artar!..
  • Dert; Allah’ı gizlice anmana vesile olacaksa tüm dünya malından yeğdir. Dertsiz dua soğuktur. Dertli dua gönülden, aşktan gelir. Sabır; sıkıntıların anahtarıdır.
  • Gamdan sevinmeye çalış.Gam,vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş aslında hakikâte yükseliştir. Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkât çekişinse maden.Gam derdine düşen, madeni kazmaya başlamıştır. Azimle kazan kişi, ulaşır defineye.

Paranın satın alamayacağı hiçbirşey vardır!


Öncelikle belirteyim; başlık kasten çarpık. Başlık dediğin içeriği yansıtmalı çünkü ve bahsedeceğimiz içerik de bir çarpıklığı anlatıyor.

Ne için çalışıyoruz yazısında biraz bahsetmiştim. Günümüz dünyası hayat amacı olarak parayı almamız gerektiğini ve ona sahip olursak herşeye, olmazsak hiçbirşeye sahip olamayacağımızı iliklerimize kadar işleyip duruyor. Ancak Aristotalesin sözlerine, Sokrates'in felsefesine, Sokrates'ten sonra öğrencisi Platon'un onun ağzından yazdığı "Devlet" kitabına bakacak olursak bu son 4-5 bin yıldır böyle.

Ortada bir tez varsa doğrulamak gerek. Para ile neleri satın alabileceğimize ve alamayacağımıza bir bakalım;

Belirsizlik ve Seçim

Belirsizlik insan yaşamının, aynı ölüm gibi,  mutlak bir öğesidir bana göre. Her ikisi de her insan için kaçınılmazdır ama her insan elinden geldiğince bu ikisinden kaçınmak için çabalar. Tarih boyunca insan hep ölümsüzlüğün ve belirliliğin peşinde koşmuştur. Tarot, astroloji, fallar, kahinler ve daha niceleri hep bu tutkudan beslenir.

Belirsizlik insan beyni için korku ve rahatsızlık sinyalleri demektir. Sürekli düşünme ve tetikte olma durumunu da beraberinde getirir. İnsanı psikolojik olarak rahatlatacak şey mümkün olduğunca herşeyi belirli ve kontrol altında tutmaktır. Bir insanın nasıl bir işte ve nasıl bir yönetim tarzı ile daha rahat ve mutlu olabileceğini belirleyen de bu belirsizlikle yaşayabilme özelliğidir. Kimi insiyatif almak, risk yaşamak ve dolayısıyla belirsizlikle belli oranda yüzleşmek ister, kimi hayatında hiçbir belirsizlik olmasın, ne yapacağı ve ne zaman yapacağı kesin olarak belli olsun ister.

Bir işletme yöneticisi için de belirsizlik kesinlikle yok edilemeyecek bir etkendir. İç piyasalar, dış piyasalar, çalışanların durumları, mutlulukları, müşteri beklentileri, teknoloji, finansman kaynakları, piyasa koşulları, rakip firmalar sürekli ama sürekli değişir. Geleceğe bakıldığında ise hiçbiri hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün değildir.

1 MAYIS

İşletmecilikle, yöneticilikle ilgili kendi çapımda çok şey yazdım şimdiye kadar. Ama şimdi işletmenin esas "iş" yapan kısmıyla, işçilerle ilgili birşeyler söyleme zamanı.

Söze büyük üstad Nazımla başladık. Ruhu şad olsun...

Bugün 1 Mayıs, İşçi bayramı. Bu konuda kafama takılan canımı sıkan pek çok nokta var ama ilk olarak işe neden 1 Mayıs işçi bayramı ve işçiler hangi aşamalardan geçip bugünlere gelmiş onu yazarak başlayalım:

"İlk kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi'nden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenlendi.
 

1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktı. Chicago(Şikago)'da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı.
 

Blogger Tips And Tricks|Latest Tips For Bloggers Free Backlinks