Bu hikayeyi çok severim. Ara sıra da kendime hatırlatmaya çalışırım:
"Yaşlı bir adam emekliliğinden sonra sakin bir kasabadan ev alır ve ömrünün son demini huzur içinde orada geçirmek ister. Ancak ev aldığı mahellenin çocukları son derece haşarıdır ve hergün kapısının önündeki çöp konteynırlarına vurarak yüksek gürültü çıkarmakta ve o şekilde oynamaktadır.
Yaşlı amcamız 5-6 gün sabreder. Sabırla olmayacağını anlayınca çocuklar için harika bir çözüm bulur:
Bir gün okul çıkışı çocukların yolda önlerini keser. Onlara:
"- Çocuklar, hepiniz çok akıllı ve güzelsiniz ve bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Ben de sizin yaşınızdayken tenekelere vurmayı ve yüksek gürültü çıkarmayı çok severdim. Sizden hergün gelip bunu kapımın önünde yapmanızı rica ediyorum. Eğer her gün kapımın önünde gürültü yaparsanız herbirinize 1 TL vereceğim" der.
Bir hafta çocuklar durumdan çok memnundur. Gelip istedeklerini yapmakta ve üstüne 1TL de para almaktadırlar. 1 haftanın sonunda yaşlı adam çocukların yanına gider ve:
" - Çocuklar maalesef artık ekonomim biraz kötüleşti, artık bu iş için size hergün 50 kuruş verebileceğim. Ama noolur gelmeyi bırakmayın" der.
Biraz bozulsalarda çocuklar kabul eder ve 1 hafta daha böyle geçer. Bir sonraki hafta yaşlı amca yine çocuklara gider ve enflasyondan geçim sıkıntısından bahsederek artık 25 kuruş verebileceğini söyler. Çocuklardan biri hemen lafa atılır:
"- Kusura bakma amca ama o paraya bu işi yapamayız." der.
Bir daha da asla yaşlı amcamızın önündeki konteynırlara vurmazlar."
Ben birkaç kitapta anlatılacak özü kısa bir sözle ya da anektodla veren yazıları çok seviyorum. Yukarıdaki üzerine uzun uzun yazabilirim ama o kadar yazıdan süzünce yukarıdaki tatlı öz çıkmayabilir.
Çalışırken mutsuzluğumuzun ana sebebi küçük hikayemizdeki gibi asıl amacı kaçırıyor olmamız sanıyorum. Ya da o asıl amacı hiç tatmamış oluşumuz. Dünyadaki en şanslı insan sevdiği işi yapan ve sevdiği eş ile yaşayanmış derler.
Özde hepimizin, hayatı anlamlı kılmak için, bir şeyler üretmek ve bir işe yaramanın tadını almak için, boş oturmak çok kötü bir kabus olduğu için çalışmamız gerekiyor. İnsan, çalışıp didinip elde ettiği şeylerden derin bir keyif alıyor ancak. Bu çalışmanın asli keyfine ek olarak ücret almamız gerek. Yani maaş ulaşmaya çalıştığımız bir hedef değil, keyifli yolculuğun bir yan ürünü olmalı. Yukarıdaki çocuklar kısa süre içinde yaptıkları şeyden keyif aldıklarını unuttular ve onu para için yaptıklarını düşünmeye başladılar. İşte o an, tenekelere vurup sesler çıkarmanın çocuksu keyfini kaybettikleri ve maddi dünyanın çarklarına ezildikleri andır. Bu yüzden yukarıdaki hikaye hep hüzünlü gelmiştir bana.
İşletmeler de bir çok kez varlıklarının birçok açıdan anlamlı olduğunu, bir çok ailenin ekmek kaynağı olduklarını, ülkeye ve topluma katkılarını unutup sadece ve sadece para kazanmak için var olduklarını hissetmeye başlıyor. İşte bunun başladığı an kapitalizmin yok edici lanetine kapılmış oluyorsunuz. Kısa sürede hem kendinize hem de işinize yabancılaşacak ve doldurulmaz bir tatminsizlik duygusuna sürükleneceksiniz.
Biliyorum, Maslow'un dediği gibi her canlı asgari hayatta kalma içgüdüsünü doyurmak zorunda. Sizi geçindirecek kadar parayı keyfe zevke bakmadan bir şekilde kazanmak zorundasınız. Sevdiği işi yapmak da her kula nasip olmuyor. Ama hayatın içinden geçip giderken para, kariyer, ünvan şehvetinden bir dakikalığına kafanızı kaldırıp derin bir nefes alın. Kendinize aslında ne için çalıştığınızı bir daha hatırlatın. Kim bilir, belki "tadı" bulursunuz.
1 yorum:
'sevdiğin işi yapmak'.... ben hala bu soruya cevap veremiyorum çünkü nerede çalışırsam ya da ne yaparsam mutlu olurum, bilemiyorum. benden birşey olmayacak galiba :)) Ama en sevdiğin öğrencinin senden öğreneceği çok şey var onu biliyorum. (:
Yorum Gönder