Orta yaşlara kadar kendi odağında ve nispeten bencil yaşayan ortalama bir insan, orta yaşlarda kendini ve hayatı yeniden sorgulamaya başlıyor. Araştırmalar, 0-18 yaş arasında insanın kendisine ve zevklerine odaklı yaşadığını, 18- 30 yaş arasında daha uzun vadeli düşünmeye başlayıp sonrasını da hesaba kattığını, 30 - 40 arasında bir geçiş ve sorgulama dönemi yaşadığını ve 40 tan sonra kendisinden çok gelecek nesil için birşeyler oluşturma iç güdüsü taşıdığını ifade ediyor.
Bu yüzden yöneticilik, özellikle de milletvekilliği gibi önemli devlet işlerinde bu bilimsel gerçek göz önünde tutulmalı bence.
Eh otuzlu yaşlara çoktan basmış biri olarak ben de sorgulama ve yeniden değerlendirme evresinden bahsedebilirim artık. Bendeki farkındalık ve dönüşümü sadece yaşa bağlamak hayatımda olan ve çok önemli değişimlere yol açanlara haksızlık olur. Onlar kendini biliyor zaten...
İlk sorgu doğal olarak başarı üzerine kuruluyor. Ne kadar başarılıyım diyor insan, ve hemen arkasından kime göre diye soruyor. Sahi ne kadar başarılı benim hayatım?. Eşdeğer mühendislere göre ne kadar başarılı, başka ülke insanlarına göre, benimle yakın yaşlarda olanlara göre? Ya da başka siyasi seçimler yapanlara göre, bir yerlerde amcası olanlara göre, daha çok para kazananlara göre ya da asgari ücretle geçinmeye çalışanlara göre ne kadar başarılıyım?
Bu soruların sonu yok. O zaman cevap nereye baktığınıza ve neye "başarı" dediğinize göre değişiyor. Örneğin, önemli miktarda para kazanmaksa başarı, ben başarısızım. Çok miktarda eş dost sahibi olmaksa da öyle. Makam olarak bir yere gelmeyi ve buna bağlı nüfus ve saygıyı başarı olarak görenlerdenseniz o zaman da çok başarılı sayılmam.
Başarılı olup olmadığım ile ilgili algım bırakın yaş ile değişmesini bazen gün içinde bile değişebiliyor. Sabah başarılı akşam başarısız hissedebiliyorum kendimi . Sonra kendi başarı kriterlerimi sayıyorum kendime ve başarılı olduğumu duyumsamaya çalışıyorum ama çoğunlukla kendimi kandırmaya çalışıyormuşum gibi geliyor.
Kesin olarak biliyorum ki, toplumun ve kapital sistemin başarı olarak pompaladıkları ile benim başarılarım uyuşmuyor. Başarılı diye lanse edilen bazı insanların arka planda yaptıkları haksızlıkları, yolsuzlukları gördüğümde, başka insanları ne kadar üzerek basamakları tırmandıklarına baktığımda öyle bir başarı istemediğime karar veriyorum. Ama argoda bir tabir vardır; "Kadın satıcılarına önce p...evenk derler, biraz parayı bulunca beyefendi demeye başlarlar" diye. Hakikaten çok doğru geliyor bazen.
Toplumların neyi başarı olarak kabul ettikleri yazılı olmayan kanunlarla bellidir. Türk toplumu açıkça güç ve otorite bağımlısıdır ve yüksek oranda korku kültürü ile idare edilir. İnsanın ağzının söylediklerine bakmayın. Söze kaldığında iş, insanlara bilgi ve olgunluğa mı değer verirsiniz, ahlak ve dine mi yoksa para ve güce mi desek büyük çoğunluğu ilk ikisini söyler. Ama uygulamada ahlaklı, olgun ve bilgin bir kişinin değil, parası ya da otoritesi çok olan kişinin önünde düğmelerini ilikler ve hafif eğilerek dururlar.
Ne güzel söylemiş Mehmet Akif:
Aldanma insanların samimiyetine
Menfaatleri uğruna gelirler vecde,
Cenneti vaad etmeseydi eğer
Allah a bile etmezlerdi secde !
Ben başarı olarak doğru bildiklerini söyleyebilmeyi görüyorum. İşletme için, çalışanlar için, ülkesi için doğru olan neyse sonucuna aldırmadan doğruyu ifade edebilmeyi, bunun yüzünden atanamasa da az kazansa da rahat uyumayı görüyorum. Bu da bir tür Allah aşkıdır bence. Bizim imtihanlarımızdan biridir. Mevlana sıklıkla aşka giden gönlü pervane böceklerine benzetir. Pervaneler ateşi gördüklerinde dayanamaz ona doğru uçarlar. Mevlana'ya demişler ki: "Ateşe doğru uçma, kanatların yanar", o da demiş ki:" Beni ateşe götürmeyen kanat neye yarar"
0 yorum:
Yorum Gönder