Adresimiz değişti! Yeni sayfaya yönlendirileceksiniz. Yönlendirme başlamazsa lütfen şu adresi ziyaret edin!
http://yonetimnotlari.com

5 saniye içinde yeni adresimize yönlendirileceksiniz.


Talimatlar, prosedürler...(1)


Standartlaştırma...

Mecburen içinde olduğum ama bilinçaltımda beni bir şekilde rahatsız eden bir kavram bu. Eğer bir vesile ile seri üretim yapan bir yerde çalıştıysanız mutlaka bunun etkileri ve yan etkileri ile ilgilenmişsiniz demektir.

Önce işin tarihine biraz bakalım. 2. dünya savaşında büyük bir kıyım ve yıkım yaşandı malum. O zamanki dünyanın şartları 2 ana dinamik üzerine kurulmuştu. Geride kalanların çok yüksek mal ve hizmet talepleri ve yığınla ve seri olarak üretim yapabilecek hale gelmiş sanayi devrimi sonrası iş kolları. Ancak nitelikli işgücü yok denecek kadar azdı. Eğitim seviyesi düşük, ortalamanın altında niteliği olan yığınla insanı bir araya getirmek ve seri üretim şartlarında çalıştırmak günümüz şartlarına kıyasla deveye hendek atlatmak gibiydi.

Sonra verimlilik kavramına bir mühendislik bakış açısın getiren bir adam Frederick Winslow Taylor ortaya çıktı. Aslında çoktandır ortadaydı. 1800'lü yıllarda Amerika'da "Sistematik yönetim hareketi" akımı vardı ve Taylor bu akımı alıp geliştiren en önemli isim oldu. Hiç sevmediğim "-izm" furyasına Taylorizm ile de bir katkı yaptı. Taylorizme göre; üretimi düzenlenmenin en önemli yanı, işin hazırlanmasıydı; el-kol-beden hareketlerinde sistemli bir tasarruf sağlanmalı, böylece en uygun tek yol bulunmalıydr; makineden en yüksek ölçüde yararlanılmalıydı. Buraya kadar yenilikçi, tutarlı ve harika fikirler. Ancak problem çalışana bakış açısı ve yönetim anlayışında düğümleniyor. Taylor düşünce sisteminde de sonrasında Fordizm olarak anılacak bunun biraz daha gelişmiş halinde de işçilerin doğuştan “aptal” olduklarına inanılır. Onlara göre, işçiler, yaptıkları işleri bilimsel bir biçimde geliştirerek en iyi yapılış biçimini bulmak için yeterli zekaya sahip değillerdir. Bununla birlikte işçilerin doğal içgüdüleri ve eğilimleri, işi kolaydan alma ve kaytarma yönündedir ki, çalışıyor görünüp dalga geçerler. Bu nedenle işçiler pasifize edilmeli ve makinelerin basit bir uzantısı durumuna indirgenmelidir.


Burada biraz soluklanalım. Herhangi bir fikrin ne kadar akıllıca ya da aptalca olduğuna kendi aciz aklımızla hükmetmeden önce arka planları ve içinde yaşadıkları yılları görmeye çalışalım. Taylor ve Ford'un yaşadığı 1800 - 1950 yılları arasındaki zaman dilimi için 2013 yılında ahkam kesmeye kalkarsak biraz yanlış olur. Zira uğraştıkları ve düzene koymaya çalıştıkları işgücü hizmet olarak sadece kol kuvveti sunabilecek, bunun dışında herhangi bir eğitim ve bilgi sahibi olmamış, sanayi devriminden önce çoğu toprak sahibi ve çiftçi olan ama sonradan hızlı kente göç ile bir anda sudan çıkmış balık gibi kentin içinde kalan bir nesildi. 

İşin bu tarafına da baktıktan sonra ileri sürdükleri sistem ve düşüncelerin öncelikle yenilikçi ve bilimsel olduğunun hakkını vermek gerekir. Ayrıca hedefledikleri işgücünün verimliliğinde ve üretim hacmi artışında inanılmaz olumlu bir etki yarattıklarının da. Ancak pek hümanist olmadıkları ve insanı makineleştirdiklerini de belirtmek gerekir.

1950'li yıllar ile 2013 yılı arasında geçen 53 yılda dünya aklımıza gelebilecek her bakımdan; eğitim, ekonomi, politik dengeler, insan algıları, zevkleri vs. çok değişmiştir. Ancak işletmecilikte kullanılan bilgi ve yöntemlerin ne kültürel değişimlere ne de teknolojik değişimlere ayak uyduramadığı çok açık.

Artık standart iş tanımları ile sürekli belirlenen işi yapan çalışan sayısı giderek azalıyor. Bu tip çalışanların değerleri de öyle. Artık çok çetinleşen rekabet şartlarında farklılaşmak isteyen her kurum yeni fikirlere, yeni bakış açılarına ihtiyaç duyuyor. Uzun süren bir moda rüzgarı gibi; son 10 yıldır her yerde sürekli yenilikçilik(inovasyon) söylemlerinin duyulması bu yüzden.

Ancak özellikle Türkiye'de çelişkilerini daha da şiddetle hissettiğim bir uyumsuzluk var. Bilgi işçilerinin giderek önem kazanacağını, onların eski usullerle yönetilip motive edilemeyeceğini Peter Drucker 50 yıl önce görmüş ve söylemiş. Ancak kurumlar eski kafadan bir türlü çıkamıyorlar. Hala tek tip giyinmenin, aynı ofis eşyalarını kullanmanın, bazı davranışsal kalıpların içine girmenin doğru olduğunu "bilen!" yöneticiler var koltuklarda. İnsan kaynakları araştırmacılarının "X" nesli olarak nitelendirdiği (belki birazda BB nesli) bu kesim standartlaşma oranının verim oranı ile paralel olduğu bir grafik içinde yetiştiler. Söylemleri modernleşse bile "inandıkları" aynı hızda değişemiyor.

Yenilikçi fikir, Arşimet'in hamamda "Evrakaaa" diye bağırması gibi kendiliğinden gelmez. Bu bir kültür işidir. Eğer böyle bir fikri harika bir mevye ağacının tohumuna benzetirsek, tohumun kendisinin harikalığı yeterli değildir. İçinde yetiştiği toprağın ve mevsimin tam olarak doğru olması gerekir. Firmanızın mühendislerini toplayıp yenilikçilik, inovasyon, liderlik, süreç tasarımları, yalın üretim gibi eğitimler aldırıyorsanız tohumu iyileştirirsiniz. Ancak işletme içinde bu insanlar fikirlerini özgürce ifade edemiyorsa, süreçleriniz gereksiz döküman yükü ile doluysa ve bu adamlar işten kafalarını kaldıramıyorsa o tohum ağaca dönüşmeyecektir.

Talimatlar ve prosedürler işletmede "bir yere" kadar genel düzenin sağlanması için önemlidir. Ancak içlerinde standartlaşmış ve kimsenin anlamını sorgulamadığı maddeler varsa, yurtdışından bir tepe yönetici ya da kalite denetçileri görsünler diye hazırlanıyorlarsa atın artık onları.

Bahçeşehirde MBA yaparken Prof. Dr. Yılmaz ESMER hocam bir ders sohbete gelmiş ve kültürel farklar ile ilgili güzel şeyler anlatmıştı, kendisinin "Türkiye Değerler Atlası" çalışması da harikadır ve aşağıdaki şiir ondan alıntıdır, ben çok sevdim;

Saf âdem odur ki tahrir-i kâideden umar medet,
Cümle kâideyi rezil eden değil mi ki zihniyet?
Hâlisâne tanzimi dahi ifsad eyler sui niyet,
Gam kanunla biteydi çeker miydi beşer hep eziyet?
Mustafa Nafi

Mustafa Nafi demiş ki; sadece kanun düzenlemekten medet uman saf bir insandır, zihniyet tüm kanunları rezil edendir, en güzel düzenlemeleri bile kötü niyet mahveder, sıkıntı kanunla bitseydi insanlık hep eziyet çeker miydi?

Sadece kuralları, talimatları ve prosedürleri yazmak hiçbirşeye yetmiyor demek ki. Hele bizim yaptığımız gibi onları gelişmiş ülkelerden direk kopyalamak ve kendi öz kültürümüze uyarmalamak, içselleştirmemek, elimizde uymadığımız kurallar yığını bırakıyor sadece.


Devam edecek...

0 yorum:

Yorum Gönder

Blogger Tips And Tricks|Latest Tips For Bloggers Free Backlinks